Zeynep Kilisli

Çalışma Alanlarım

Bireysel psikoterapi, kişinin içsel dünyasını keşfetmesine, duygusal zorluklarla başa çıkmasına ve psikolojik iyileşme sürecini desteklemesine yardımcı olan bir süreçtir. Bu terapi, stres, kaygı, depresyon ve travma gibi durumları ele alırken, aynı zamanda geçmişten gelen duygusal yaraların iyileşmesine de olanak tanır. Terapi süreci, kişinin geçmiş deneyimlerinin bugünkü davranışlarını nasıl etkilediğini anlamasına ve duygusal farkındalığını artırmasına yardımcı olur. Amaç, semptomların ötesine geçerek, bireyin daha tatmin edici ve anlamlı bir yaşam sürmesini sağlamaktır. Bu süreç, kişinin içsel kaynaklarını güçlendirerek gelecekteki zorluklarla daha etkili bir şekilde başa çıkmasına katkıda bulunur.

Göç ve göçmenlik, bireylerin hayatlarında büyük değişimlere neden olan, hem duygusal hem de psikolojik anlamda derin etkiler bırakan karmaşık süreçlerdir. Yeni bir ülkeye veya topluma taşınmak, kimlik sorunları, aidiyet duygusunu kaybetme ve uyum zorlukları gibi çeşitli psikolojik sorunlarla karşılaşmaya yol açabilir. Bu zorluklara ek olarak, kültüre adaptasyon süreci de kişinin karşı karşıya kaldığı belirsizlikleri ve stres faktörlerini artırabilir. Yeni bir çevreye uyum sağlamak, dil bariyerlerini aşmak ve farklı kültürel normlara adapte olmak çoğu zaman zorlu bir yolculuk olabilir. Bu süreçte, bireyin psikolojik sağlığını koruyabilmesi ve kendine yeni bir hayat inşa edebilmesi için profesyonel destek almak önemli bir adım olabilir. Terapi, bu değişim ve uyum sürecinde bireylere rehberlik ederek, onların hem duygusal sağlığını desteklemeyi hem de yeni çevrelerinde kendilerini daha güvende hissetmelerini sağlamayı amaçlar.

Doğal afetler, beklenmedik ve yıkıcı etkileriyle bireylerde derin travmalara yol açabilen olaylardır. Deprem, sel, yangın gibi felaketler, yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda ciddi duygusal ve psikolojik yaralar bırakabilir. Afet sonrası dönemde, travmanın etkileri bireylerin yaşamını uzun süre etkileyebilir; bu süreçte yoğun korku, güvensizlik, çaresizlik ve kayıplarla başa çıkmak zor olabilir. Psikolojik iyileşme, bu tür travmaların yarattığı duygusal yükleri ele almayı, bireylerin yaşadıkları deneyimleri anlamlandırarak içsel dengeyi yeniden kazanmalarını sağlamayı amaçlar. Terapi, afet sonrası stres bozukluğu, kaygı ve depresyon gibi yaygın tepkilerle başa çıkmada bireylere destek sağlar ve iyileşme sürecinde bir rehber niteliği taşır. Bu süreçte, bireylerin yeniden güven duygusu kazanmaları, travmayla sağlıklı baş etme mekanizmaları geliştirmeleri ve geleceğe daha umutlu bir şekilde bakmaları hedeflenir.

Depresyon ve anksiyete bozuklukları, bireylerin yaşam kalitesini derinden etkileyen yaygın ruh sağlığı sorunlarıdır. Depresyon, sürekli bir üzüntü, ilgi kaybı, enerji eksikliği ve umutsuzluk hissiyle kendini gösterebilirken; anksiyete bozuklukları, yoğun kaygı, huzursuzluk ve günlük yaşamı zorlaştıran fiziksel belirtilerle kendini belli eder. Bu tür durumlar, bireylerin işlevselliğini önemli ölçüde azaltabilir ve ilişkiler, iş hayatı veya kişisel gelişim gibi yaşamın pek çok alanında zorluklara yol açabilir. Terapi, depresyon ve anksiyetenin altında yatan düşünce ve duygu kalıplarını keşfetmeye, duygusal dengeyi yeniden sağlamaya ve bireylerin bu zorluklarla baş edebilmesi için etkili başa çıkma stratejileri geliştirmeye yardımcı olur. Amaç, bireyin ruh sağlığını iyileştirmek, yaşam kalitesini artırmak ve daha dengeli bir yaşam sürdürmesine destek olmaktır.

Kayıp, her insanın hayatında derin etkiler bırakan, çok çeşitli şekillerde yaşanabilen bir deneyimdir. Bu süreç sadece ölümle sınırlı değildir; bir ilişkiyi sonlandırmak, sağlığı kaybetmek, iş veya güvenli bir yaşam biçiminden uzaklaşmak, hatta bir ev ya da memleketten ayrılmak gibi birçok farklı biçimde karşımıza çıkabilir. Bazen bu kayıplar somut olabilirken, bazen de kimlik, amaç veya anlam gibi soyut boyutlarda yaşanabilir. Her kayıp, bireyin yaşamında bir boşluk hissi yaratabilir ve bu durum, duygusal olarak zorlu bir dönemi beraberinde getirebilir.

Yas, kaybın ardından gelen doğal bir süreçtir ve her birey bu süreci kendi ritmine göre yaşar. Zamanla yasın rengi ve şekli değişir; bazı anlarda hafifleyebilirken, bazı dönemlerde daha yoğun hissedilebilir. Ertelenmiş yas, kaybın hemen ardından değil, daha sonraki bir dönemde ortaya çıkan bir süreçtir. Kronik yas, bireyin uzun süre boyunca kayıp hissinden kurtulmakta zorlandığı bir durumdur. Bastırılmış yas, duyguların farkında olmadan ya da bilinçli bir şekilde geri plana itildiği bir süreçtir ve antisipatif yas, beklenen bir kayıp öncesinde yaşanan bir duygusal hazırlık dönemidir.

Her tür kayıp, birey için farklı anlamlar taşıyabilir ve her yas süreci kişiye özeldir. Terapi, kayıplarla başa çıkmada destek sağlar, bireyin duygusal iyileşme sürecini yavaş yavaş inşa etmesine yardımcı olur. Yas bazen tamamen geçmeyebilir, ancak zamanla birey kaybı yaşamının bir parçası haline getirmeyi öğrenebilir. Bu süreçte, kişinin yeniden denge bulması ve kayıpla yaşamayı sürdürebilmesi için güvenli ve destekleyici bir alan sunulması amaçlanır.

Travma, beklenmedik ve sarsıcı olaylar sonrasında ortaya çıkan derin bir duygusal ve psikolojik etki yaratabilir. Bu tür olaylar, kişinin güvenlik duygusunu zedeler ve bazen uzun süreli duygusal yaralar bırakabilir. Kişinin yaşadığı travmatik deneyim, doğal afetler, kaza, şiddet, kayıp gibi farklı şekillerde olabilir ve her birey bu olaylara farklı tepkiler verir. Travmatik bir olayın ardından bazı insanlar kısa süre içinde iyileşme gösterebilirken, diğerleri için bu süreç daha karmaşık olabilir ve daha uzun sürebilir.

Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB), bu tür olayların ardından gelişen, yoğun stres ve korku tepkilerinin devam ettiği bir durumdur. TSSB, kişinin günlük yaşamını etkileyebilecek kabuslar, geçmişe dönüşler, yoğun kaygı, tetikleyici durumlara karşı aşırı duyarlılık ve genel bir güvensizlik hissi gibi belirtilerle kendini gösterebilir. Bu süreç, bireyin yaşam kalitesini düşürebilir ve ilişkilerini, iş hayatını ve genel işlevselliğini olumsuz etkileyebilir.

Terapi, travmanın ve TSSB'nin yarattığı bu zorluklarla başa çıkmada bireylere destek sunar. Travmanın etkilerini anlamlandırmak, duygusal dengeyi yeniden kurmak ve tetikleyici durumlarla başa çıkma becerileri geliştirmek, terapi sürecinin önemli bir parçasıdır. Amaç, kişinin yaşadığı travmayı sağlıklı bir şekilde işlemeye başlamasına yardımcı olmak, travmanın yarattığı yükleri hafifletmek ve bireyin hayatına daha dengeli ve güvenli bir şekilde devam etmesini sağlamaktır.

Kişilik bozuklukları, bireyin düşünme, hissetme ve davranma biçimlerinde kalıcı farklılıklara yol açan, kişinin yaşamındaki işlevselliği zorlaştıran ruhsal sağlık sorunlarıdır. Bu bozukluklar, genellikle çocukluk ve ergenlik döneminde gelişir ve zamanla daha belirgin hale gelir. Kişilik bozukluklarının temelinde genetik yatkınlık, çocuklukta yaşanan travmalar, ihmal, istismar, aşırı koruyucu ya da kaotik aile ortamı gibi çeşitli biyopsikososyal faktörler yatabilir. Bu faktörler, bireyin duygusal düzenleme becerilerini, kimlik gelişimini ve başkalarıyla kurduğu ilişkileri olumsuz etkileyebilir.

Kişilik bozukluklarının en bilinen türleri arasında borderline (sınırda), narsisistik, paranoid, antisosyal ve obsesif-kompulsif kişilik bozuklukları yer alır. Bunun yanı sıra, çekingen kişilik bozukluğu, bağımlı kişilik bozukluğu ve histrionik kişilik bozukluğu gibi farklı türler de vardır. Her biri, bireyin kimlik algısı, duygusal tepkileri ve ilişkilerinde çeşitli zorluklar yaratabilir.

Bu bozukluklar, kişinin kendine dair algılarını, başkalarıyla olan etkileşimlerini ve duygusal dengesini sürdürebilme yeteneğini etkileyebilir. Kişilik bozuklukları, bireyin içsel dünyasında sürekli bir çatışma, boşluk ve ilişkilerde zorlanmalar yaratabilir. Terapi, bu bozuklukların yarattığı davranışsal ve duygusal zorlukları ele alarak bireyin daha işlevsel ve dengeli bir hayat sürmesini destekler.

Psikoterapi süreci, bireyin kendisiyle ve çevresiyle kurduğu ilişkileri daha iyi anlamasına, duygusal düzenlemelerini güçlendirmesine ve günlük hayatta karşılaştığı zorluklarla başa çıkmasına yardımcı olur. Terapi, bireyin sağlıklı başa çıkma stratejileri geliştirmesini ve hayatındaki dengeyi yeniden bulmasını hedefler. Amaç, kişinin kendisiyle ve çevresiyle daha sağlıklı bir ilişki kurarak yaşamında daha tatmin edici bir denge sağlamaktır.

Duygu düzenleme ve stres yönetimi, bireyin zihinsel ve duygusal sağlığını korumada hayati bir öneme sahiptir. Günlük yaşamın getirdiği stres ve zorlu yaşam olayları, bireylerin duygularını yönetme becerilerini zorlayabilir. Bu süreçte, bireyin duygularının farkında olması, onları tanıyıp etkili bir şekilde işleyebilmesi, psikolojik dayanıklılığı destekler. Stres yönetimi ise, yalnızca stresin etkilerini hafifletmekle kalmaz, aynı zamanda stresin tetiklediği fiziksel ve duygusal zorluklarla başa çıkmak için etkili stratejiler geliştirmeyi amaçlar.

Duygu düzenleme, bireyin yoğun duygusal tepkiler karşısında dengeyi koruyabilmesi ve sağlıklı tepkiler verebilmesi için kritik bir beceridir. Duyguların aşırı baskılanması ya da kontrolsüz şekilde ortaya çıkması, bireyin genel iyilik halini olumsuz etkileyebilir ve stres seviyelerini yükseltebilir. Etkili stres yönetimi, bireyin stres kaynaklarını tanımasına, bu kaynaklara karşı daha güçlü başa çıkma yöntemleri geliştirmesine ve stresin olumsuz etkilerini en aza indirmesine yardımcı olur.

Psikoterapi, bireylerin duygu düzenleme ve stres yönetimi becerilerini geliştirmelerine yönelik kapsamlı destek sağlar. Terapi süreci, bireylerin duygusal farkındalığını artırmayı, duygularını daha etkili bir şekilde yönetmelerini ve stresle daha sağlıklı yollarla başa çıkmalarını hedefler. Bu yaklaşımla, bireylerin zorluklar karşısında içsel dengeyi koruyarak, daha sağlıklı ve tatmin edici bir yaşam sürmeleri amaçlanır.

Öz şefkat ve özsaygı, bireyin kendisiyle kurduğu ilişkinin temel yapı taşlarıdır ve psikolojik iyi oluş için büyük önem taşır. Öz şefkat, kişinin zorlayıcı duygusal deneyimlerle karşılaştığında kendisine karşı nazik ve anlayışlı olma becerisidir. Özsaygı ise, bireyin kendisini değerli ve yeterli hissetme kapasitesidir. Bu iki kavram, bireyin içsel dengeyi koruması ve yaşamla daha olumlu bir ilişki kurması için kritiktir.

Öz şefkat ve özsaygı, bireyin kendini aşırı derecede eleştirmesi, sürekli olarak başkalarıyla kıyaslaması ya da yüksek beklentilerle kendini baskı altına alması durumunda zarar görebilir. Toplumsal baskılar, travmatik deneyimler, sürekli eleştirilme veya dışlanma gibi faktörler, bireyin kendisine duyduğu güveni zedeleyebilir ve zamanla özsaygısını düşürebilir. Aynı şekilde, başarısızlıklar karşısında kendine karşı acımasızca davranma veya hata yapmaktan korkma gibi durumlar da öz şefkatin azalmasına yol açabilir. Bu tür olumsuz düşünce kalıpları, bireyin kendisine yönelik algısını zayıflatır ve duygusal sağlığını olumsuz etkileyebilir.

Psikoterapi, bireylerin öz şefkat ve özsaygı geliştirme sürecine kapsamlı destek sunar. Terapi, bireyin kendisine karşı daha şefkatli bir yaklaşım benimsemesine, olumsuz düşünceleri dönüştürmesine ve kendine dair olumlu bir algı geliştirmesine yardımcı olur. Bu süreçte, bireylerin kendilerini eleştirmek yerine, zorlukları kabullenmeyi ve bu zorluklarla daha sağlıklı bir şekilde başa çıkmayı öğrenmeleri hedeflenir. Amaç, bireyin kendisiyle barışık, daha özgüvenli ve dengeli bir yaşam sürdürmesini sağlamaktır.

İlişki ve bağlanma sorunları, bireyin kendisiyle ve başkalarıyla kurduğu ilişkilerde temel zorluklar yaratabilir. Bağlanma, çocukluk döneminde gelişen ve bireyin yaşam boyu ilişkilerinde şekillendirici rol oynayan bir süreçtir. Güvenli bağlanma, bireyin sağlıklı ve tatmin edici ilişkiler kurabilmesine olanak tanırken, güvensiz ya da kopuk bağlanma biçimleri, yakın ilişkilerde zorluklar ve duygusal dengesizliklere yol açabilir.

Bağlanma sorunları, genellikle erken çocukluk döneminde ebeveynlerle kurulan ilişkilerde yaşanan kopukluklar, ihmal, istismar veya tutarsız bakım gibi deneyimlerden kaynaklanır. Bu tür deneyimler, bireyin ileriki yaşamında yakınlık kurma ve duygusal bağlar oluşturma becerilerini zayıflatabilir. İlişkilerde sürekli bir güvensizlik, bağımlılık, kaçınma ya da kontrol ihtiyacı, bağlanma sorunlarının belirtileri arasında yer alabilir. Bu durum, bireyin romantik ilişkilerde, arkadaşlıklarda veya aile bağlarında derin zorluklar yaşamasına neden olabilir.

İlişki ve bağlanma sorunlarına katkıda bulunan diğer faktörler arasında geçmiş travmalar, reddedilme, güven eksikliği ve olumsuz ilişki deneyimleri bulunabilir. Bu sorunlar, bireyin duygusal anlamda kendisini yeterince güvende hissetmesini engelleyebilir ve bu da sağlıklı ilişkiler kurmasını zorlaştırabilir. İlişkilerde tekrar eden kalıplar ve duygusal çatışmalar, bağlanma stilindeki bozulmaların bir göstergesi olabilir.

Psikoterapi, ilişki ve bağlanma sorunlarının kökenini anlamada ve bu kalıpları değiştirmede bireylere destek sunar. Terapi süreci, bireyin duygusal güvenini yeniden inşa etmeye, ilişkilerde daha sağlıklı sınırlar ve bağlar kurmasına yardımcı olur. Amaç, bireyin daha sağlam, dengeli ve tatmin edici ilişkiler kurabilmesi ve bağlanma biçimlerini dönüştürmesidir. Böylece, bireyin kendisiyle ve başkalarıyla daha güvenli ve açık bir ilişki geliştirmesi mümkün hale gelir.